Yalnız Başına Vefât Edecek Olan
İlk
Müslüman olanlardan olan Ebû Zer Gıfârî hazretleri, Benî Gıfâr
kabilesindendir. Kavmi arasında atılganlığı ve cesâreti ile meşhûr
olmuştur. İnsanların elleriyle yonttuğu putlara ilâh diyerek tapmasına
şaşar, putlardan nefret ederdi. Bu sebeple insanlardan uzak yaşamaya ve
kendisine yol gösterecek bir rehber aramaya başlar...
Ebû Zer Gıfârî
hazretleri rehber ararken, Muhammed aleyhisselâma da Allahü teâlâ
tarafından Peygamber olduğu bildirilmiştir. Bu haber Benî Gıfâr
kabilesine de ulaşır. Mekke’den gelen biri, Ebû Zer Gıfârî hazretlerinin
“Lâ ilahe illallah” dediğini işitince;
-Mekke’de bir zât var, senin söylediğin gibi “Lâ ilahe illallah” diyor ve Peygamber olduğunu bildiriyor, der.
RESÛLULLAHA HAYRAN KALDI!..
Ebû
Zer Gıfârî hazretleri bu haberi işitir işitmez kardeşi Üneys’i Mekke’ye
gönderip bir haber getirmesini ister. Üneys, Mekke’ye gidip, Peygamber
efendimizi görür, hayran kalır ve geri döner. Ebû Zer hazretleri;
-Ne haber getirdin, deyince;
-Efendim,
vallahi öyle yüce bir zâtı gördüm ki, hep hayrı, iyiliği emredip,
kötülüklerden sakındırıyor, der. Ebû Zer Gıfârî hazretleri;
-Peki insanlar onun hakkında ne diyorlar, deyince, zamanın meşhûr şairlerinden olan kardeşi Üneys şöyle cevap verir:
-Şair,
kâhin, sihirbaz diyorlar. Fakat onun söyledikleri ne kâhinlerin sözüne
ne de sihirbazların sözüne benzemiyor. Onun söylediklerini şairlerin her
çeşit şiirleriyle karşılaştırdım. Onlara hiç benzemiyor, hiç kimsenin
sözüyle ölçülemez. Vallahi o zât, hakkı bildiriyor, doğruyu söylüyor
der.
Ebû Zer Gıfârî hazretleri kardeşinin getirdiği haber üzerine
hemen Mekke’ye gider. Üç gün boyunca Kâbe’nin yanında Peygamber
efendimizi görmek için fırsat kollar. Hazret-i Ali, Onun bu hâlini görüp
evine götürür ve niçin geldiğini sorar. Kimseye söylemeyeceğine dair
söz aldıktan sonra, Peygamber efendimizi görmeye geldiğini söyler.
Ertesi günü hazret-i Ali, Onu Peygamber efendimizin huzûruna götürür.
Peygamber efendimizin mübârek yüzünü görmekle şereflenir ve “Esselâmü
aleyküm” diyerek selâm verir. Bu selâm, İslâmda verilen ilk selâmdır.
Peygamber
efendimiz kim olduklarını, ne kadar zamandır burada bulunduklarını, ne
yiyip içtiklerini sorarlar. Ebû Zer Gıfârî hazretleri de, gerekli
cevapları verdikten sonra Müslüman olmak istediğini arz eder. Resûlullah
efendimiz, Kelime-i şehâdeti okur ve ona da söyletirler. Böylece ilk
Müslüman olanların beşincisi olur.
Ebû Zer Gıfârî hazretleri Müslüman
olduktan sonra Kâbe yanına gidip, yüksek sesle, Kelime-i şehâdet
getirir. Müşrikler hemen üzerine hücum edip döverler, kanlar içinde
kalır. Hazret-i Abbas’ın yardımı ile kurtulur.
Peygamber efendimiz,
Ebû Zer Gıfârî hazretlerine kendi memleketine dönmesini ve orada
İslâmiyeti yaymasını emir buyurur. Bu emir üzerine kendi kabilesi
arasına dönüp onlara İslâmiyeti anlatmaya başlar ve hicrete kadar bu
hizmete devam eder.
HUSÛSÎ İLTİFAT BUYURDU!..
Ebû
Zer Gıfârî hazretleri, Hendek Savaşından sonra Medine’ye yerleşir ve
Peygamber efendimizin yanından hiç ayrılmaz. Resûlullah efendimizin
hizmetini gördükten sonra mescide gider başka bir işle meşgûl olmazdı.
Peygamber efendimizin evinden bir fert gibi olur. Her hareketinde ve her
işinde Resûlullah efendimize tâbi olurdu. Bütün zamanını dîni öğrenmeye
ayırırdı. Her şeyi Peygamber efendimize sorardı. Îmân, ihsân, emir ve
nehiy husûsunda, Kadir gecesi ve daha birçok husûsların esrârını,
sırlarının izâhını, namaza dair ince husûsları ve nice şeyleri
Resûlullah efendimize bizzat sorarak öğrenmiştir. Resûl-i Ekrem
efendimiz de hazret-i Ebû Zer’i çok sever ona husûsî iltifât buyururdu.
Peygamber efendimizin mahremi, sır dostu idi. Onunla mahrem meseleleri
konuşurdu.
Netice olarak Ebû Zer Gıfârî hazretleri, harâmlardan son
derece sakınır, bir günlük nafakasından fazlasını hep fakirlere
dağıtırdı. Dünyâya hiç değer vermez, son derece kanâatkâr, fakîr ve
yalnız yaşardı. Bir sefer dönüşü, yalnız başına tenha bir yerde
otururken, Peygamber efendimiz Onu görürler ve; (Allahü teâlâ, yalnız
başına yürüyen, yalnız başına vefât edecek olan ve yalnız başına haşr
olunacak olan Ebû Zer’e rahmet eylesin) buyurmuşlardır.
-----------
Osman Ünlü